"Romandaki uyumakta olan kederli bir köpeğin yerine Rahmi Efendi’nin eline bakan bu iyimser (ve romanda olmayan) köpeği kutuya son anda koyuverdim. Eşyaları müzede romandakinden başka anlamlara gelecek şekilde kullanabileceğimi müzede çalışıp sezdikçe, daha özgür hissettim kendimi. Öte yandan müze ile roman arasında birebir uyum olmasını da hep istedim. Aslında okurun altı yüz sayfalık bir romandan, bir süre sonra altı sayfayı geçemeyecek kadar az ayrıntı hatırladığını, romanı okuyan ve müzeyi gezen tanıdık ziyaretçilerin sözlerinden çıkartıyordum. Kutulara bakan okurlar eşyaları değil, romandaki duyguları, daha doğrusu romanı okurken duydukları şeyleri hatırlıyorlardı daha çok.
Bu bölümün temel duygusu, Kemal’in bazan gereğinden fazla, bazan da gereğinden az kapıldığı suçluluk duygusu... Mutlu bir şekilde nişanlanmak üzere olan birinin, babasının işyerinde hayatını harcayıp ölen biri karşısında duyduğu ve unutmaya çalıştığı suçluluk... Cami ve minareler ya da Atatürk’ün çatık kaşları da benim gibilerde benzeri suçluluk duygularını uyandırır." (Şeylerin Masumiyeti, Orhan Pamuk)