Geometrik ve arketipal formlardan oluşan soyut heykellerinde cam, demir, alüminyum, çelik, ahşap ve taş başta olmak üzere çeşitli malzemeler kullanan Osman Dinç, bu malzemelerin tarihsel ve kültürel geçmişlerini yapıtlarına dahil etmesinin yanı sıra jeolojik oluşum süreçlerini de öne çıkarır. Demir Çağı’nda maddenin alet ve nesnelere dönüştürülmesinde başvurulan teknikler sanatçının pratiğinde önemli bir yer tutar. Kişisel hikâyesi, doğayla kurduğu yakın ilişki ve evrensel boyutta zaman sorunsalından hareketle ürettiği yapıtlarında Arte Povera’nın organik veya inorganik doğal malzemeleri ele alma biçimlerine ve Minimalizm’in kavram, nesne ve mekânları temel geometrik formlara tercüme etme önerilerine göndermeler okunabilir.
Denizli’de geçen çocukluğu sırasında doğa ile iç içe bir yaşam sürdürmüş ve çobanlık yapmış olan Osman Dinç, kırsal yaşam, tarım ve doğadaki süreçlerle ilgili deneyim ve imgeleri, otobiyografik referanslarla birlikte yapıtlarına sıklıkla dahil eder. "Uyuyakalmış Çobanın Kâbusu – 2" adlı yapıtında sanatçı, yere serdiği bir koyun postu üzerine oyulmuş bir parça oniks mermerini mezartaşı gibi yerleştirir. Dinç, yapıtın ilk versiyonunda, kendi anneannesine ait ve seccade vazifesi gören koyun postunu kullanmıştır. Yerleştirildiği mekânda sınırları belli bir alan oluşturan "Uyuyakalmış Çobanın Kâbusu – 2", farklı zamanların katmanlaştığı, yaşam ve ölümün, insan ve hayvanın, düş ve gerçeğin, bedensel ve ruhsal olanın kesiştiği bir zemin sunar. Yapıt, ismi itibarıyla, uyuyakalmanın bir çobanın en büyük korkusu olduğunu hatırlatırken, aynı zamanda bir dalgınlık veya zaaf ânında oluşabilecek bir felakete de işaret eder.